İskilipli Atıf Hoca, şehadetinin yıl dönümü

4 Şubat 1926’da İstiklal Mahkemesi tarafından şapka inkılabı bahane edilerek idam edilen İskilipli Atıf Hoca, şehadetinin yıl dönümünde Müslümanlar tarafından hayır ve özlemle yad ediliyor. Ruhu için el faatiha

İskilipin Tophane köyünde doğdu. Babası, Akkoyunlu aşireti beylerinden ve İmamoğullarından Mehmed Ali Ağa, annesi Mekkei Mükerreme’den göç etmiş Benî Hattâb aşireti şeyhlerinden, Kartaldağ yaylasında medfun Arap Dede adıyla şöhret bulmuş şeyhin torunu Nazlı Hanımdır.

Altı aylıkken öksüz kalan Mehmed Âtıf dedesi Hasan Kethüdâ tarafından büyütüldü. İlk dinî bilgileri köyündeki hocalardan aldı. İskilip’te müderrislik yapan Hoca Abdullah Efendi’den bir süre ders okuduktan sonra ailesinin muhalefetine rağmen ilim tahsili amacıyla İstanbul’a gitti. Burada öğrenimine devam ederken bir yandan da geçimini sağlamaya çalıştı. 1902’de medrese tahsilini bitirdi ve aynı yıl açılan ruûs imtihanına girerek “İstanbul müderrisliği”ni kazandı; ertesi yıl Fâtih Camiinde ders vermeye başladı. Bu arada İstanbul Dârülfünunu İlâhiyat Fakültesinden 1905’te mezun olarak Kabataş Lisesi Arapça öğretmenliğine tayin edilen Âtıf Efendi, Meşîhat-ı İslâmiyye Dairesi’nde bulunan dersiâmların mağduriyetini giderme konusunda yaptığı çalışmalar üzerine şeyhülislâm tarafından Bodrum’a sürüldü; oradan da Kırımlı İbrâhim Tâli Efendi’nin pasaportu ile Kırım’a geçti. Kırımdan Varşovaya kadar giden Âtıf Efendi, II. Meşrutiyetin ilânından bir hafta önce İstanbula döndü. 1910’da medâris müfettişliğine getirildi. Bu arada Sebîlürreşâd ve Beyânülhak’ta yazılar yazdı. Donanma Cemiyeti yararına kaleme aldığı Nazarı Şerîatte Kuvvei Berriyye ve Bahriyye’nin Ehemmiyet ve Vücûbu adlı eseri dolayısıyla takdirnâme aldı.

1913 yılında 31 Mart Vak‘asında bir hafta tutuklu kalan Mehmed Âtıf Efendi, Mahmud Şevket Paşanın öldürülmesi olayında dahli olduğu gerekçesiyle Sinop’a sürüldü. Çorum, Boğazlıyan ve Sungurlu’da yaklaşık bir buçuk yıl kadar sürgün hayatı yaşadıktan sonra İstanbul’a döndü. Her iki olaydan sonra da resmî makamlar bir yanlışlığa kurban gittiğini, suçlu olmadığının anlaşıldığını ifade etmişlerdir. Dört yıl görev alamadı. 1918’den sonra Dârü’l hilâfeti’l aliyye Medresesi kısmı âlî tefsîri şerîf ve Medresetü’l kudât’ta hikmeti teşrîiyye müderrisliğine tayin edildi. 1 Ocak 1919’da da İbtidâ-i Dâhil Medresesi umum müdürlüğü idarî görevine getirildi.

19 Şubat 1919’da Mustafa Sabri Efendinin başkanlığında kurulan Müderrisîn Cemiyetinin ikinci başkanlığına tayin edildi. Cemiyet, 24 Kasım 1919’da genel kurul toplantısında alınan karar gereğince Teâlîi İslâm Cemiyeti adını aldı ve Mustafa Sabri Efendinin şeyhülislâmlık makamına tayini üzerine başkanlığa Âtıf Efendi getirildi. Cemiyet, ilk olarak İzmirin Yunanlılar tarafından işgalini protesto eden bir beyannâme yayımladı. İskilipli, işgal kuvvetlerine ve yeni bir tehlike olarak ortaya çıkan Bolşevizm’e karşı olan beyannâmelere de imza attı. Anadolu’nun çeşitli merkezlerinde şubeleri açılan Teâlî-i İslâm Cemiyeti pek çok kitap bastırarak dağıttı ve köylü çocuklarının bilgilendirilmelerine öncülük etti, ayrıca bir ilmihal ile İslâm tarihi kitabı hazırlattı.

1922 yılı Ramazanında huzur derslerine muhatap olarak katılan Âtıf Efendi, Alemdar ve Mahfil gibi gazete ve dergilerde yazılar yazdı. Cenab Şahabeddin, Ömer Rıza Doğrul ve Süleyman Nazif ile itikadî ve fıkhî konularda kalem münakaşalarına girişti. Bu arada İstiklâl Savaşında işgal güçlerine karşı mücadele verdi.

1924’te yazıp Maarif Vekâletinin ruhsatı ile bastırdığı Frenk Mukallidliği ve Şapka adlı risâlesi yüzünden şapka kanununa muhalefetten dolayı 7 Aralık 1925’te tutuklandı ve Ankara İstiklâl Mahkemesi tarafından Giresun’a sevkedildi. Ankara İstiklâl Mahkemesi Of, Erzurum, Rize vb. yörelerdeki şapka kanununa aykırı hareketlerle ilgisi olup olmadığını araştırdı. Söz konusu eserini, ilgili kanunun çıkmasından yaklaşık bir buçuk yıl önce yazmış olması ve suçunun sabit görülmemesi üzerine berat ettiyse de serbest bırakılmayarak İstanbul’a getirildi, oradan da tekrar Ankara’ya gönderildi. 1926 yılı başlarından itibaren Ankara İstiklâl Mahkemesi tarafından tutuklu olarak yargılandı. Savcı Necip Alinin iddia makamı olarak istediği üç yıllık kürek cezasına karşılık mahkeme heyetince idama mahkûm edildi. 4 Şubat 1926’da Ankara’da eski meclis binası yakınlarındaki Karaoğlan Çarşısında Babaeski müftüsü Ali Rızâ Efendi ile beraber idam edildi.

Asıldıktan sonra ailesinden gizli defnedilen Atıf Hocanın kabri 82 yıl sonra bulunarak İskilip İlçesi Gülbaba mezarlığına defnedildi. Atıf Hoca’ya iade-i itibar amacıyla harekete geçen İskilip Belediyesi, kabrinin çevresinde düzenlemeler yaparken, Sağlık Bakanlığı tarafından Çorumdaki İskilip Devlet Hastanesinin adı, “Atıf Hoca İskilip Devlet Hastanesi” olarak değiştirildi.

Başlıca eserleri şunlardır: Nazarı Şerîatte Kuvvei Berriyye ve Bahriyyenin Ehemmiyet ve Vücûbu ; Muînü’t talebe ; Medeniyyeti Şer‘iyye ve Terakkiyâtı Dîniyye ; Şeriat Medeniyyeti, ; Mir’âtü’l-İslâmİslâm YoluYeni İlmihal: İslam Yolu,  Tesettüri Şer‘î,  İslâm Çığırı ; Dîni İslâm’da Men‘i Müskirât Frenk Mukallidliği ve Şapka  Frenk Mukallidliği ve ŞapkaDîni İslâm’da Men‘i Müskirât ve Mir’âtü’l İslâm adlı eserleriyle SebîlürreşâdBeyânülhakMahfil ve Alemdar’da çıkan bazı yazıları bir araya getirilerek Frenk Mukallitliği ve İslam adıyla Sadık Albayrak tarafından yayımlanmıştır Ayrıca Frenk Mukallidliği ve Şapkanın dışındaki bütün eserleri ve yazıları İskilipli Âtıf Hoca Nasıl İdam Edildi.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir